Umut, gerek bireysel etik yaşamın bir parçası gerekse kolektif özgürleşmenin motoru olarak olarak felsefi sistemlerde farklı şekillerde yer bulmuştur. Geleceğe dair beklenti, belirsizliğe karşı direniş ve anlam arayışı olarak umut, yalnızca bir duygusal hâl değil aynı zamanda bir düşünsel tutumdur. İnsanlık tarihi boyunca felsefenin , sanatın, sosyolojinin bir çok yerde ise hukukun konusunu oluşturmuş kimi zaman olumlu değerlendirilmelerle işlenmiş kimi zamansa eleştirilmiştir.
İçinde bulunduğumuz dönemde özellikle umut kavramını kaleme almak istedim. Umudun ne olduğunu bilirsek işler istediğimiz gibi gitmediğinde umutsuzluğa düşmemek gerektiğini içimizde yanan ateşi nasıl yönlendireceğimizi de biliriz
Aşağıda umut konusunda görüşlerine değer verdiğim filozofların görüşlerine geçmeden önce kendimi görüş olarak daha çok Kant ve Camus’a yakın hissettiğimi belirtmek isterim. İnsanın ahlaklı olarak davrandığında ve yaşadığında mutlu olacağına inanması bu erdemli yaşama ragmen işler ters gittiğinde ise başına gelenlere direnmesi , direnme esnasındaki içinde yanan ateşi yönetmeyi becerebilmesidir bence umut.
Sokrates, umut kavramını doğrudan tanımlamaz onun umut hakkındaki felsefesi bilgiye ve erdeme ulaşmanın mümkün olduğuna dair temel bir umut taşır. Ölüm karşısında gösterdiği tutum, bilinmeyenin karşısında umudu korumakla ilgilidir: "Ya ölüm bir hiçliktir, ya da bir geçiş."[1]
Platon’un mağara alegorisi , karanlıktan hakikate ulaşma çabasını betimler. Bu süreç, bilgiye yönelik bir umut barındırır. Platon’da umut, idealar dünyasına yönelen ruhun hareketinde saklıdır.[2]
Aristoteles ise umudu psikolojik bir terim olarak değerlendirir. Ona göre umut, "gelecekteki iyi bir şeyin gerçekleşeceğine dair beklentidir."[3] Umut, özellikle gençlerde görülür çünkü geçmiş deneyimlerin olumsuzluğu tarafından henüz bastırılmamıştır.
Stoacılara göre umut, korku gibi bir tutkudur ve tutkular ruhu bozar. Epiktetos, kontrolümüz dışında kalan şeylere umut bağlamamamız gerektiğini savunur.[4] Umut, geleceğe dair bir beklenti olduğundan insanı şimdiki andan uzaklaştırır ve mutsuzluk kaynağı olabilir. Stoacı yaklaşım, umut yerine içsel sükûneti ve kabullenişi yüceltir.
Augustinus, umudu teolojik bir bağlamda ele alır. Umut, inanç ve sevgi ile birlikte Hristiyanlığın üç temel ilahi erdeminden biridir.[5] Bu umut, Tanrı’nın vaadine ve kurtuluşa yönelmiştir.
Thomas Aquinas da benzer şekilde, umudu "ebedî mutluluğu Tanrı’dan beklemek" olarak tanımlar.[6] Ona göre umut, akıl ile desteklenen bir tanrısal güven biçimidir.
Kant ile birlikte günümüzdeki umut anlayışı şekillenmeye başlamıştır.
Kant, “Ne umabiliriz?” sorusunu felsefesinin temel sorularından biri olarak belirlemiştir.[7] Kant’a göre umut, ahlaki davranışın sonucunda mutluluğun mümkün olabileceğine dair rasyonel bir beklentidir. Bu bağlamda umut, ahlak yasasının metafiziksel dayanaklarından biridir.[8]
Nietzsche umut kavramına şüpheyle yaklaşır. Umudu Pandora’nın kutusundaki "en sinsi kötülük" olarak nitelendirir.[10] Umut, Nietzsche’ye göre, bireyin gerçeklerle yüzleşmesini engelleyen bir zayıflıktır.
Heidegger umut kavramını doğrudan kullanmaz, ancak geleceğe yönelimli bir varlık olarak "Dasein" fikri, bir tür ontolojik umut barındırır.[11] Yine de onun için esas olan, ölüm bilinciyle özgün bir yaşam sürmektir.
Camus ise umutsuzluğu kabullenir. Ona göre evren saçmadır, ama insan yine de yaşamalı ve başkaldırmalıdır.[12] Umut, Camus’de naifliktir; esas olan bilinçli bir direniştir.
İnsalık tarihinden bu yana umut hep vardır. İnsanı zor zamanlarda ayakta tutar direniş göstermesini pes etmemesini sağlar.
Atatürk’ün dediği gibi “Umutsuz durum yoktur, umutsuz insan vardır. Ben hiç umudumu kaybetmedim”.
Umudumuzu kaybetmeyelim!