Küreselleşen ve teknoloji ile birlikte küçülen dünyamızda gerek ulusal gerek uluslararası birçok sözleşme yapılmaktadır. Özellikle teknolojinin de yardımı ile daha kolay, daha hızlı yapılan bu sözleşmeler ne kadar detaylı düzenlenirse düzenlensin hayatın olağan akışında taraflar her türlü durumu öngörüp sözleşmeye dahil edememektedir. Günümüzde olduğu gibi, tarafların öngöremediği hallerde sözleşmelerin hukuki durumunun ne olacağı önemli bir sorun haline gelmektedir
Bu makalede, öncelikle mücbir sebebin tanımı ve şartları anlatıldıktan sonra günümüzde karşılaşılan Koronavirüs (COVID-19) adlı salgının sözleşmelere etkilerinin ne olduğu, mücbir sebep kavramına girip girmeyeceği ve bu çerçevede yapılan veya yapılacak olan sözleşmelerin hukuki sonuçlarının ne olacağı incelenecektir. Bu kapsamda Türk Borçlar Kanunu kapsamındaki sözleşmelere olan etkileri incelenecektir.
COVID-19 salgınının hukuki sonuçlarını değerlendirebilmek için öncelikle mücbir sebep (force majeure) kavramının ne olduğu ve bu kapsama girip girmediği değerlendirme zarureti ortaya çıkmaktadır. Mücbir sebebin tanımı 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda yapılmamıştır. Mücbir sebebin tanımı bu sebeple doktrin ve yargıtay görüşleri ile yapılmaktadır. Her ne kadar farklı kelimeler ile ifade edilse de mücbir sebebin tanımı genel olarak ‘sözleşmenin tarafları sözleşmeyi akdettikten sonra herhangi bir kusurlu davranışları söz konusu olmaksızın ortaya çıkan ve borcun ifasını imkansız hale getiren engeller’ olarak ifade edilmektedir[1]. Benzer şekilde, İngiliz içtihat hukukunda mücbir sebep kavramı, Act of God veya vis major (vais maior) olarak ile ifade edilirken Alman hukukunda ise Ummöglichkeit kavramı kullanılmıştır[2]. Yapılan tanımlardan anlaşıldığı üzere mücbir sebebin varlığı için öncelikle bir ifa engelinin varlığı gerekmektedir. Bununla beraber ifa engelinin borçlunun kontrolü dışında gerçekleşmesi, kaçınılmazlık (unavoidability), öngörülemezlik (unforeseeability) şartlarının da bulunması gerekmektedir.
Mücbir sebep, borçlunun borcunu yerine getirebilmesine engel olacak nitelikte olması gerekmektedir. Bu olay doğal, sosyal veya hukuki bir olay olabileceği gibi insana bağlı beşeri bir olay da olabilir[3]. Fakat bu engel doktrinde ekonomik güçsüzlük olarak ifade edilen borcun yerine getirilmesinin daha pahalı hale gelmesi tek başına yeterli değildir[4]. Ekonomik güçsüzlük imkansızlık olarak değil aşırı ifa güçlüğü (hardship) hükümlerine göre değişen şartlara uyarlanması söz konusu olacaktır. Bu yönüyle aşırı ifa güçlüğü ile mücbir sebep birbirine karıştırılmaması gerekmektedir.
Bir olayın mücbir sebep olabilmesi için olayın ve sonuçlarının kaçınılamaz nitelikte olması gerekmektedir[5]. Bir olayın kaçınılmazlığı esasında borçlunun kusurunu ortadan kaldırmaktadır. Zira borçlunun elinde olmayan sebeplerle kaçınılmaz bir şekilde gerçekleşen bu olay borcunu ifa etmesine engel olmaktadır. Fakat burada önemli olan nokta, gerçekleşen olayın mücbir sebep olabilmesi için o olayın gerçekleşmesi ve sonuçlarından kaçınabilmek mümkün olmamalıdır. Ezcümle, deprem, sel, doğal afetlerin gerçekleşmesi her ne kadar borçlunun kontrolü dışında olsa da gerekli tedbirleri almak borçlunun elindedir. Nitekim, gerekli yapı teknikleri dikkate alındığında örneğin izalatör kullanıldığında depremin etkileri ve sonuçları önemli derecede azaltılabilecektir. Borçlu gerekli tedbirleri almadığı taktirde sorumluluktan kaçmasını hukuk düzeni korumamaktadır.
Bir olayın mücbir sebep sayılabilmesi için kaynağının, borçlunun faaliyet alanı dışında bulunması gerekmektedir. Esasen haricilik şartı ile borçluya bir hukuki sorumluluk alanı çizilmektedir. Borçlunun, borç ilişkisi ile bağlantılı bulunan sorumluluk alanında gerçekleşen olaylardan dolayı borçlu sorumlu iken bu alanın dışında gerçekleşen olaylardan borçlu sorumlu değildir[6]. Bunun önemi ticari ilişkilerde hayatın olağan akışı çerçevesinde yapılan işin niteliği gereği tipik risk arz eden sebeplerden dolayı borçlu borcundan kurtulamamaktadır. Diğer bir ifadeyle, işin veya işletmenin organizasyonundan kaynaklanan yetersizlikler, teknik hatalar, iflas, tedarik zincirindeki aksaklıklar veya işçilerden kaynaklı (grev, lokavt) engeller borçlunun kontrolü dışında sayılmamaktadır[7].
Bir olayın mücbir sebep sayılabilmesi için üçüncü şart olayın sözleşmenin kurulduğu anda öngörülemez olması gerekmektedir[8]. Bu şart objektif koşullara göre belirlenmelidir. Diğer bir ifadeyle, sözleşmenin kurulduğu anda borçlu, borcun ifasına engel olacak durumun gerçekleşebileceğine ilişkin gerçekçi bir ihtimali öngörmesi halidir. Bu değerlendirme, sözleşmenin konusundaki malın piyasa değerindeki değişimler veya sözleşme süresi gibi kriterler dikkate alınmaktadır[9].
Son şart olarak da borcun ifasına engel olan durum ile borcun zamanında ifa edilmesinin mümkün olmaması arasında nedensellik bağının olması gerekmektedir[10].
Sonuç olarak, tarafların sözleşme akdettiği sırada sonuçlarıyla birlikte öngöremediği bir ifa engelinin kaçınılmaz bir şekilde ve borçlunun faaliyet alanı dışında gerçekleşen olaylar mücbir sebep olarak kabul edilmektedir. Bu temel kriterlerin yanında Yargıtay zaman zaman mücbir sebep teşkil eden olayın ülke genelinde olup olmadığı[11] ya da tarafların tacir olup olmadığı[12] gibi hususları da dikkate aldığı görülmektedir.
Mücbir sebebi tanımladıktan sonra bu bölümde COVID-19 olarak anılan Koronavirüs’ün (coronavirus) mücbir sebep kapsamına girip girmediği izah edilecektir. Bilindiği üzere koronavirüs hastalığı (COVID-19) yeni keşfedilen bulaşıcı bir hastalıktır. İlk kez 2019 Aralık’ta Çin’in Wuhan kentinde görülmüştür. Antarktika hariç tüm kıtalara hızla yayıldığı için 12 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü (WHO) COVID-19 salgının küresel pandemi olduğunu ilan etmiştir. Yine Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre 29 Mart 2020 tarihi itibariyle koronavirüs 202 ülkeye yayılmış durumdadır. Bu gün itibariyle, 575,444 vaka bulunmakta ve bunların içinden teyit edilmiş 26,654 adet ölüm bulunmaktadır[13].
Dünya Sağlık Örgütü’nün 12 Mart tarihinde küresel pandemi olduğunu ilan ettiği gün toplam vaka sayısı 126 bin 131 iken; 18 gün sonra yani 30 Mart itibariyle, dünya genelinde 786.291 kişide; Türkiye’de de 10.827 kişide görülmüştür. Dolayısıyla bu salgının küresel çapta ciddi bir salgın olduğu kabule şayandır[14]. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 27.6.2018 tarihli, 2017/11-90 Esas ve 2018/1259 karar sayılı ilamında deprem, sel, yangın ve salgın hastalık gibi doğal afetlerin mücbir sebep sayılacağı belirtilmektedir[15]. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun mezkûr kararı ve durumun vahameti dikkate alındığında salgının objektif olarak mücbir sebep teşkil etmesi gerekmektedir. Nitekim tarafların salgından önce yapmış oldukları tarihte COVID-19 salgınını öngörmeleri objektif olarak beklenemeyeceği, görüldüğü üzere salgından kaçınmanın mümkün olmadığı hemen hemen bütün ülkeleri etkisi altına aldığı, tarafların faaliyet alanı dışında gerçekleşmesi (haricilik) koşullarının gerçekleşmesi sebebiyle mücbir sebep teşkil etmektedir. Fakat hemen belirtmek gerekir ki, salgın tek başına objektif olarak tüm sözleşmeler için mücbir sebep teşkil etmeyebilir. Doğrudan kesin hüküm vermek yerine her somut olay ayrı ayrı incelenerek bireysel olarak mücbir sebep teşkil edip etmediği incelenmesi gerekmektedir. Nitekim kimi sözleşmelerde COVID-19 salgının ifa engeli olarak görülse de kimi sözleşmelerde ifa engeli olarak görülmeyebilir. Salgın henüz Türkiye’de görülmediği tarihte bile kamu sağlığını koruma amacıyla birçok ülkeden Türkiye’ye olan seferler iptal edildi. Yine Koronavirüs salgınından korunmak için Kültür ve Turizm Bakanlığınca, tüm sanatsal etkinlikler nisan ayı sonuna kadar ertelendi. Gerek bölgesel gerekse Türkiye çapında zorunlu karantina kararı henüz (31 Mart 2020 tarihi itibariyle) alınmadığı için objektif olarak salgının ifa imkansızlığı oluşturduğunu söylemek güçtür.
Salgından korunma maksadıyla her gün çeşitli önlemler alınmaktadır. Dolayısıyla salgının çeşitli alan ve sektörlerde yarattığı olumsuz yansımalar, tarafların yaptığı sözleşmeleri ve edimlerin ifası yönünden oldukça önemli sonuçlar doğurmaktadır. Fakat tüm sözleşmeler için salgının tek başına mücbir sebep teşkil etmesinin kabulü mümkün değildir. Ezcümle, COVID-19 salgınının, yapılan sözleşmelerde mücbir sebep teşkil edip etmediği değerlendirilirken sözleşmenin konusu, tarafları, ifa yeri, yabancılık unsurunun olup olmadığı ve uygulanacak hukuk dikkate alınarak somut olay özelinde değerlendirilmelidir. Bu kapsamda salgın kimi hallerde umulmayan hal kimi hallerde ise mücbir sebep teşkil etmektedir. Bu sebeple bu ayrımın yapılmasının önemli olduğu görüşündeyiz. Bu ayrım bir sonraki başlıkta detaylıca ele alınmıştır. Bu araştırmada, Türk Hukukunun uygulanacağı sözleşmeleri genel hatları ile inceleyeceğiz.
Söz konusu salgın eğer ki sözleşmedeki edimin ifasını imkansız kılmıyorsa, şartları varsa ancak aşırı ifa güçlüğü gündeme gelecektir. TBK 138. maddede ifade edildiği üzere “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa” aşırı ifa güçlüğü söz konusu olacaktır.
Ortada borçlunun etki alanında veya tarafların her ikisinin etki alanında gerçekleşen bir umulmayan hal veya mücbir sebep ile objektif olarak ifa imkansız hale gelirse bu durumda Türk Borçlar Kanun’unun 136. maddesine göre borçlunun kusuru olmayıp kendisine herhangi bir sorumluluk yüklenememektedir. Mücbir sebep ile umulmayan hal arasındaki fark nicelikseldir. Mücbir sebep önceden öngörülmesi ve gerekli tedbirler alınsa bile önlenmesi mümkün olmayan; diğer bir ifadeyle umulmayan hale göre daha yoğun hallerdir[16]. Bu sebeple, her mücbir sebep beklenmeyen haldir; ancak her beklenmeyen hal mücbir sebep değildir.
Sonuç olarak, şu an itibariyle COVID-19 Türkiye’de mücbir sebep oluşturabileceği yönünde herhangi bir resmi açıklama olmadığı gibi bir Yargıtay kararı da mevcut değildir. COVID-19 salgınının objektif olarak mücbir sebep teşkil ettiğini söylemek doğru olmayacaktır. Yargıtay mücbir sebep değerlendirmesi yaparken her somut olayı ayrı ayrı değerlendirmektedir. Olayın koşulları, tarafların sıfatları, taraflar arasındaki sözleşmenin hükümleri Yargıtay’ın değerlendirmesini büyük ölçüde şekillendirmektedir. Dolayısıyla, her somut olay bireysel olarak değerlendirilmelidir. Eğer ki salgın sözleşmede kararlaştırılan ifayı geçici olarak imkansız hale getiriyorsa ya da güçleştiriyorsa söz konusu salgın umulmayan hal olarak değerlendirilecektir. Fakat salgın sonucu borç sürekli olarak imkansız hale geliyorsa mücbir sebep olarak değerlendirilecektir. Mücbir sebep ve beklenmedik halin sonuçları ayrıca aşağıda değerlendirilecektir.
Tarafların sözleşmede kararlaştırmış olup olmamalarından bağımsız olarak şartları sağladığı taktirde salgın mücbir sebep olarak değerlendirebilir ve taraflar, mücbir sebebin kendilerine tanıdığı haklardan faydalanabilirler. Fakat sözleşmede açık bir şekilde ‘salgının mücbir sebep sayılacağı’ kararlaştırılması durumunda, mücbir sebebe dayanan tarafın ispat külfeti bulunmayacaktır. Aksi halde söz konusu salgının mücbir sebep olduğunu iddia eden taraf şartlarını sağladığını ispatlamak durumundadır. Fakat her iki halde de mücbir sebep ile borcun ifa edilememesi durumu arasındaki illiyet bağını kanıtlamak zorundadır.
Tarafların birinin ya da her ikisinin edimini ifa etmesini imkansız hale getiren bir durumun ortaya çıkması halinde TBK 136. maddesinde yer alan ifa imkansızlığı hükümleri uygulanacaktır. İmkansızlığın objektif ya da sübjektif olması sayın Oğuzman’a göre bir önemi yoktur[17]. Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle sürekli olarak imkânsızlaştığı durumda yani mücbir sebep hallerinde, borç sona erer[18].
Türk hukukundaki ‘nevi telef olmaz’ (genus non perit) kuralı gereği, stokun tamamı telef olmuşsa ya da tür borcuna konu olan malın devriminin yasaklanması halinde borcun ifası imkansızlaşmış olur[19]. Örneğin, Türkiye’de üretilen koruyucu maske, tulum, önlük, gözlük, cerrahi maske ve tıbbi eldiven gibi ürünlerin ihracatı Ticaret Bakanlığı’nın ön izne bağlı mallar listesine dahil edilmiştir[20]. Bu kapsamda ön izin sürekli ise ve izin alınamadığı durumda borçlu borcundan kurtulur. Fakat bu kapsama giren satış sözleşmesinde on bin adet satımı kararlaştırılmış olup sadece iki bin tanesi bakımından Ticaret Bakanlığı tarafından izin verilmişse kalan sekiz bin tanesi kısmen imkansız hale gelecektir.
Edimin ifa imkansızlığı sebebiyle sona ermesi halinde sonuçların ne olacağı TBK 136/2 gereğince düzenlenmiştir. Bu hükme göre, karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Diğer bir ifade ile, borçlu borcundan kurtulacağı gibi eğer karşı taraf edimini ifa etmişse bunu geri iade etmek zorundadır. Eğer ifa etmemişse de bunu karşı taraftan isteyemez. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar bu kuralın dışındadır (fıkra 2 son cümle). Maddenin devamında, borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlü olacağı belirtilmektedir. Dolayısıyla borcu mücbir sebep ile imkansızlaşan borçlu, 136/3 de düzenlenen yükümlülüğüne aykırı davrandığı durumda, alacaklının uğrayacağı zararı tazmin borcu doğacaktır[21].
Yukarıda verilen örnekte olduğu gibi mücbir sebep sonucu borçlunun aslî edim borcunun tamamı imkânsızlaşabileceği gibi bir kısmı da imkânsızlaşabilir. Borcun ifasının kısmen imkansızlaşması durumunda TBK m. 137 uygulama bulacaktır. Bu durumda m. 137/1 gereği borçlu, sadece imkansızlaşan borcundan kurtulacaktır. Ancak imkansızlık daha önce görülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer. Şu kadar ki, bir tarafın imkansızlığı öngörse idi sözleşmeyi yaparken öngöreceği şartları diğer taraf derhal kabul ederse, uyarlamaya gerek olmadan TBK 34/2 hükmü kıyasen uygulanarak sözleşme bu şartlar üzerinden ayakta tutulur[22].
Doktrindeki klasik görüşte benimsenen ahde vefa (pacta sunt servanda) ilkesinin kesin uygulamasının adaletsiz sonuçlarını bertaraf etmek için işlem temelinin çökmesi teorisi benimsenmiştir. Türk ve İsviçre Hukukunda da ahde vefa ilkesinin bu sorununu önlemek için dürüstlük kuralı (TMK m.2) gereği borcun ifasının talep edilmesi dürüstlük kuralına aykırı düştüğü taktirde sözleşmenin ya yeni şartlara göre uyarlanmasını ya da sona ermesini isteyebilir[23].
Koronavirüs salgınının somut olayda borcun ifası imkansızlaşmamış fakat önemli ölçüde güçleşmişse ya da oluşan yeni koşulların sözleşme konusu edimin yerine getirilmesinin dürüstlük kuralına aykırılık teşkil etmesi durumunda, umulmayan hal olarak değerlendirilir. Beklenmedik hâlden etkilenen tarafın, sözleşmedeki taahhütlerini yerine getirmesi istenemeyecek ölçüde bozulmuş olması halinde TBK 138. Maddede düzenlenen “aşırı ifa güçlüğü” hükümleri uygulama alanı bulacaktır. Edimler arasındaki değişiklik sözleşme yapılırken öngörülmeyen ve öngörülmesi beklenemeyen savaş, ekonomik kriz, tabii afetler, ithalat ve ihracat sınır ve yasakları gibi olağanüstü bir durumda ileri gelmelidir[24]. Bu çerçevede COVID-19 salgını sebebiyle cerrahi maske ve tıbbi eldiven gibi kimi ürünlerin ihraç edilebilmesi için ön izne tabi tutulması örnek verilebilir. Burada diğer bir önemli husus aşırı ifa güçlüğü olgusu borçludan kaynaklanmamalıdır. Eğer ki borçlu temerrüde düşmeyip zamanında borcunu ifa etseydi bu aşırı ifa güçlüğüne düşmeyecek idiyse kural olarak TBK 138 uygulama bulmaz.
Borcunu ifa etmekte aşırı güçlüğe düşen taraf hakimden sözleşmenin yeni koşullara göre uyarlanmasını isteyebilir. Eğer ki sözleşmenin uyarlanması mümkün değilse bu taktirde taraf, TBK madde 138 kapsamında sözleşmeden dönme hakkına kullanabilir. Şayet taraflar arasında akdedilen sözleşme sürekli bir sözleşme ilişkisi söz konusuysa ve ifa edilmeye başlanmışsa bu durumda dönme değil ancak ileriye etkili olarak sözleşmenin feshi mümkündür[25]. Genel hüküm bu olmakla beraber TBK’da düzenlenen özel hükümler şu şekildedir;
Eser sözleşmesine ilişkin, özel duruma mahsus yükleniciye bedel arttırma veya sözleşmeyi feshetme imkanı veren TBK 408 düzenlenmiştir. Bu hükme göre, sözleşme yapılırken ön görülemeyen veya öngörülebilir iken taraflarca göz önünde tutulmayan durumlar veya yüklenici için işi yapmak son derece güçleşirse, yüklenici hakimden TBK 480/2 gereği sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme hakkı bulunmaktadır. Bu mümkün olmadığı veya karşı taraftan beklenemediği takdirde sözleşmeden dönme veya sözleşmeyi feshetme hakkına sahiptir.
Mücbir sebep teşkil eden doğal afetler bu çerçevede olağanüstü durum oluşturmaktadır. Bununla beraber, savaş, idari tedbirler, iç barışın bozulmasına bağlı olarak ortaya çıkan grevler, toplumsal olaylar beklenmeyen hal olarak sayılmaktadır.[26] Bu tür durumlarda yüklenici olağanüstü durumu iş sahibine gecikmeksizin ihbar etmesi gerekmektedir. Eğer yüklenici ihbar külfetini eser tamamlanana kadar gecikerek yerine getirirse bu durumda sadece ihbar tarihine kadar olan fiyat artışına ilişkin olarak TBK 480/2’ye dayalı haklarını kaybeder. Fakat yüklenici eser tamamlanana kadar hiç ihbarda bulunmazsa bu durumda TBK 480/2’deki haklarını tamamen kaybeder[27].
TBK m. 609/b.7’e göre, ortaklık haklı sebeplerin bulunması hâlinde, her zaman başkaca koşul aranmaksızın, fesih istemi üzerine mahkeme kararıyla, sona erer. Görüldüğü üzere haklı sebebin varlığı halinde ortaklardan birinin istemi üzerine ortaklık sona ermektedir.
Kira sözleşmesine ilişkin hükümler TBK m.229 ve devamında düzenlenmiştir. TBK 331. Maddesine göre, taraflardan her biri, kira ilişkisinin devamını kendisi için çekilmez hâle getiren önemli sebeplerin varlığı durumunda, sözleşmeyi yasal fesih bildirim süresine[28] uyarak her zaman feshedebilir. Kira akdinin devamını taraflar için haklı kılan sebeplerin varlığı her somut kira akdi ayrı ayrı değerlendirilerek tarafların menfaatleri göz önünde bulundurularak TMK m. 4 kapsamında, dürüstlük kuralına ve hakkaniyete göre değerlendirilmelidir[29]. Feshe imkan tanıyan haklı sebebin işlem temelini esaslı bir şekilde etkileyecek ölçüde önemli ve önceden öngörülmeyen olaylar olması şarttır[30]. Haklı sebep için öngörülemeyen, sosyal boyut taşıyan savaş, ekonomik kriz gibi olaylar olması yeterlidir[31]. Uyarlamadan farklı olarak, savaş, ekonomik kriz gibi sosyal boyut taşımayan olaylar da haklı sebep olarak TBK m. 331’in uygulaması imkan tanır[32]. Taraflar daha kira sözleşmesini akdederken sözleşmeye mücbir sebep klozu koyabilirler. Hangi hallerin mücbir sebep sayılacağı, mücbir sebep ortaya çıktığında sözleşmenin akıbetini önceden belirleyebilirler.
Kimi hallerde borcun ifası mümkün olmasına rağmen bir hukuk kuralı veya hukuken yetkili kılınmış bir makamın kararı ile o borcun ifası engellenebilir. Bu tür engellemeler hukukî imkânsızlık olarak anılmaktadır[33]. İçişleri Bakanlığı’nın 16 Mart 2020 tarihli genelgesi ile tiyatro, sinema, gösteri merkezi gibi birçok yerin geçici olarak kapatılmasına karar verilmiştir. Covid-19 salgını hem kiracı için hem de kiraya veren için olağanüstü bir durumdur. Dolayısıyla söz konusu hukuki imkansızlık nedeniyle kiracının da kira bedelini ödeme borcu kapatma kararı süresi boyunca sona ermiştir.
İdari karar ile faaliyeti sınırlandırılan işyerleri, umulmayan hal düzenlemelerine dayanarak aşırı ifa güçlüğü kapsamında sözleşmenin uyarlanması talep edebilirler. Buna örnek olarak çeşitli lokanta ve kafelerde bulunan masaların kaldırılması ve sadece paket servis için işletmenin faaliyetine izin verilmesi gösterilebilir. Her ne kadar kira sözleşmesinin iki tarafı için de borç ifa edilebilir olsa da edimler arası menfaat dengesi bulunmadığı için borcun ifa edilmesi borçluya hakkaniyet ile bağdaşmayacak şekilde aşırı bir yük yükleyecektir[34]. Yukarıda izah edildiği üzere, aşırı ifa güçlüğüne düşen kiracı hakimden TBK m. 138’e göre sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteyebilir.
Salgın Türkiye sınırlarında 11 Mart 2020 tarihinden itibaren görülmekte ve günden güne artmaktadır. Fakat Türkiye genelinde şu ana kadar herhangi bir karantina ya da sokağa çıkma yasağı ilan edilmemiştir[35]. Bununla birlikte işletmelerin bir kısmı idari kararla faaliyeti sonlandırılmış ya da sınırlandırılmıştır. Birçok işletme idari karar olmaksızın ya uzaktan çalışma sistemine geçmiş ya da işyerini kapatma kararı almıştır. Bu taktirde herhangi bir idari tedbir kararı olmaksızın tedbir alan işletmelerin durumunun ne olacağı sorusu gündeme gelmektedir. Eğer ki kira sözleşmesinde mücbir sebep hükümlerine yer verilmişse, bu hükümlere göre hareket etmek gerekir. Fakat sözleşmede böyle bir düzenleme yoksa salgın nedeniyle işyerini kapatan işletmeler bakımından kiracı aleyhine, sözleşmedeki edimler arası denge bozulmaktadır. Kiracı kira bedelini ödeme noktasında aşırı ifa güçlüğüne düştüğünden TBK 138. maddesine göre hakimden sözleşmenin yeni koşullara göre uyarlanmasını isteyebilir.
Kira sözleşmeleri ile alakalı COVID-19 salgını sebebiyle yapılan değişiklik hakkında da bahsetmekte fayda görmekteyiz. 26.03.2020 tarihinde 7226 Sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun çıkarılmıştır. Bu kanunun geçici 2. maddesine 1 Mart 2020 tarihinden 30 Haziran 2020 tarihine kadar işleyecek olan iş yeri kira bedelinin ödenmemesinin kira sözleşmesinin feshi ve tahliye sebebi oluşturmayacağı hüküm altına alınmıştır. Bu değişiklik ile kiracı bir nevi korunmuştur fakat bu koruma tam bir koruma sağlamamaktadır. Nitekim kiracının borcu aynı şartlarda devam etmekte ve katlanmaktadır. Kanaatimizce bu değişikliğe rağmen günün şartlarına uyarlamanması mümkün olmalıdır.
Bu çalışmada, COVID-19 salgınının dünyada ve Türkiye’deki etkileri göz önüne alınarak Türk Borçlar Kanunu kapsamında genel hükümler ve çeşitli özel hükümler dikkate alınarak sözleşmelere etkisi incelenmiştir. 31 Mart 2020 tarihi itibariyle Türkiye COVID-19 salgını nedeniyle sokağa çıkma yasağı gibi tüm Türkiye’yi ve sözleşmeleri etkileyecek bir önlem henüz alınmadığı ve bu konuya ilişkin herhangi bir Yargıtay kararı henüz bulunmadığı için salgının bu durumda sözleşmelere etkisini öngörmek ve mücbir sebep olarak değerlendirip değerlendirilemeyeceğine dair genel bir yorum yapmak mümkün değildir. Türkiye’de, Çin veya İtalya gibi daha sert yaptırımlarda bulunulsaydı bunu söylemek daha kolay olabilirdi. Nitekim Çin Hükümeti, şirketlerin koronavirüs salgını nedeniyle şirketlerin mal temin ve lojistik konularında ciddi sıkıntılar yaşamaları ve kontratlarını yerine getirmekte zorlandıkları sebebiyle şirketlere ‘Mücbir Sebep Sertifikası’ vermektedir. Türkiye’de henüz durum bu kadar vahim olmadığı için tüm sözleşmeler bakımından salgının mücbir sebep teşkil edeceğini söylemek mümkün değildir. Mücbir sebebin TBK’da da net bir tanımı bulunmamaktadır fakat Yargıtay’ın uygulamaları ve doktrinin görüşleri ışığında çeşitli durumlarda salgının sözleşmelere etkileri bu makalede değerlendirilmektedir. Her somut olay özelinde değerlendirilme yapılması gerekmektedir.
Koronavirüs salgını tarafların edimini imkânsızlaştırmıyor fakat ifa edilmesini güçleştiriyor ise, yani edimin ifasının beklenmesi dürüstlük kuralına aykırı ise, aşırı ifa güçlüğüne düşen taraf hakime başvurarak sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını talep edebilir. Hakim somut olaya göre sözleşme bedelinin indirimine, teslim süresinin uzatılmasına, teslimi kararlaştırılan ürünün benzerinin tedarik edilmesine, cezai şartın azaltılmasına veya iptal edilmesine karar verebilir. Eğer sözleşmenin uyarlanması beklenemez ise borçlu TBK madde 138 kapsamında sözleşmeden dönme hakkına kullanabilir. Öte yandan, sözleşmenin ifası süresiz ve tamamen ya da kısmen imkansızlaşıyorsa bu durumda borçlu borcundan kurtulur.
Acar Hakan, “Uluslararası Sözleşme Hukukunda Mücbir Sebep (Force Majeure) Kavramı ve Hukukî Sonuçları”, Kazancı Hakemli Hukuk Dergisi, Mayıs-Haziran 2008.
Arpacı Abdülkadir, Kira Hukuku ve Uygulaması, İstanbul, 2020.
Dural Mustafa, Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkansızlık, İstanbul, 1976.
Eren Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 2, 8. baskı, İstanbul, 2003.
Eren Fikret, Sorumluluk Hukuku Açısından Uygun İlliyet Bağı Teorisi, Ankara 1975.
Gümüş M. Alper, Borçlar Hukuku Özel Hükümler Kısa Ders Kitabı, Filiz, İstanbul, 2017.
Güvel Övünç, “Roma Hukukunda Sorumluluk”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2017.
Oğuzman M. Kemal / Öz M. Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. 1, Vedat, 2015.
Özçelik Barış, “Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu’na Göre Mücbir Sebepler ve Sonuçları” Türkiye Barolar Birliği, Sayı 28, 123, 2016.
Serozan Rona, Borçlar Hukuku Genel Bölüm, Üçüncü Cilt, İfa İfa Engelleri Haksız Zenginleşme, 6. Bası, İstanbul 2014.
Tandoğan Haluk: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C. I/2, İstanbul, 1989.
Tandoğan Haluk, Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara 1961.
İçtihatlar
Yargıtay HGK, E. 2017/11-90, K. 2018/1259, T. 27.6.2018, www.kazanci.com erişim tarihi 30 Mart 2020.
Yargıtay HGK, E. 2017/3-444, K. 2019/1083, T. 17.10.2019, www.kazanci.com erişim tarihi 30 Mart 2020.
Yargıtay 11. HD, E. 2014/8068, K. 16238, T. 23.10.2014, www.kazanci.com erişim tarihi 30 Mart 2020.
Yargıtay 11. HD, E. 2012/8860, K. 2014/745, T. 14.1.2014, www.kazanci.com erişim tarihi 30 Mart 2020.
[1] Haluk Tandoğan, Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara 1961, s. 464.
[2] Hakan Acar, “Uluslararası Sözleşme Hukukunda Mücbir Sebep (Force Majeure) Kavramı ve Hukukî Sonuçları”, Kazancı Hakemli Hukuk Dergisi, (Mayıs-Haziran 2008) s. 10 vd.
[3] Yargıtay HGK, E. 2017/11-90, K. 2018/1259, T. 27.6.2018, www.kazanci.com erişim tarihi 30 Mart 2020.
[4] Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 2, 8. baskı, İstanbul, 2003, s. 997.
[5] Fikret Eren, Sorumluluk Hukuku Açısından Uygun İlliyet Bağı Teorisi, Ankara 1975, s. 181; Haluk Tandoğan, Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara 1961, s. 465.
[6] Fikret Eren, Sorumluluk Hukuku Açısından Uygun İlliyet Bağı Teorisi, Ankara 1975, s. 179-180; Haluk Tandoğan, Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara 1961, s. 465.
[7] Hakan Acar, a.g.e. s.15.
[8] Yargıtay HGK, E. 2017/3-444, K. 2019/1083, T. 17.10.2019, www.kazanci.com erişim tarihi 30 Mart 2020.
[9] Barış Çelik, Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu’na Göre Mücbir Sebepler ve Sonuçları, s. 307.
[10] Hakan Acar a.g.e. s. 10 vd.
[11] Yargıtay 11. HD, E. 2014/8068, K. 16238, T. 23.10.2014, www.kazanci.com erişim tarihi 30 Mart 2020.
[12] Yargıtay 11. HD, E. 2012/8860, K. 2014/745, T. 14.1.2014, www.kazanci.com erişim tarihi 30 Mart 2020.
[13] Detaylı bilgi için ayrıca bkz. https://www.who.int 29 Mart 2020 tarihinde erişilmiştir.
[14] Veriler Johns Hopkins Üniversitesi sitesinden alınmıştır, https://coronavirus.jhu.edu erişim tarihi 30 Mart 2020.
[15] Bkz. Yargıtay HGK, E. 2017/11-90, K. 2018/1259, T. 27.6.2018, www.kazanci.com erişim tarihi 30 Mart 2020.
[16] Övünç Güvel, “Roma Hukukunda Sorumluluk”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2017, s. 399.
[17] M. Kemal Oğuzman / M. Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. 1, Vedat, 2015, s. 549; TBK 136. Madde kapsamına sadece objektif ifa imkansızlığının girdiği yönündeki aksi görüş için ayr. bkz. Dural, Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkansızlık, İstanbul, 1976, s. 89.
[18] TBK 136/c.1.
[19] M. Kemal Oğuzman / M. Turgut Öz, a.g.e. s. 551.
[20] 31058 Sayılı ve 4 Mart 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Tebliğ, https://www.resmigazete.gov.tr Erişim Tarihi 30 Mart 2020.
[21] M. Kemal Oğuzman / M. Turgut Öz, a.g.e. s. 555.
[22] M. Kemal Oğuzman / M. Turgut Öz, a.g.e. s. 558.
[23] M. Kemal Oğuzman / M. Turgut Öz, a.g.e. s. 562.
[24] M. Kemal Oğuzman / M. Turgut Öz, a.g.e. s. 563.
[25] M. Kemal Oğuzman / M. Turgut Öz, a.g.e. s. 564.
[26] M. Alper Gümüş, Borçlar Hukuku Özel Hükümler Kısa Ders Kitabı, Filiz, İstanbul, 2017, s. 393.
[27] M. Alper Gümüş, Borçlar Hukuku Özel Hükümler Kısa Ders Kitabı, Filiz, İstanbul, 2017, s. 394.
[28] Bu süreler TBK 329 üç ay ve TBK 330’daki 3 gündür.
[29] M. Alper Gümüş, Borçlar Hukuku Özel Hükümler Kısa Ders Kitabı, Filiz, İstanbul, 2017, s. 276.
[30] Haluk Tandoğan, Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C. I/2, İstanbul, 1989.
[31] Abdülkadir Arpacı, Kira Hukuku ve Uygulaması, İstanbul, 2020, s. 145.
[32] M. Alper Gümüş, a.g.e. s. 277.
[33] Rona Serozan, Borçlar Hukuku Genel Bölüm, Üçüncü Cilt, İfa İfa Engelleri Haksız Zenginleşme, 6. Bası, İstanbul 2014, s. 167.
[34] M. Kemal Oğuzman / M. Turgut Öz, a.g.e. s. 562.
[35] 31 Mart 2020 Tarihi itibariyle.